”Ben çocuklara inanıyorum.Bu yüzden umutluyum.Ben çocuklara inanıyorum.Bu yüzden de mutluyum!”

28 Temmuz 2009 Salı

DİL TOPLUMSAL BİR FENOMENDİR(*)



Faiz Cebiroğlu

”Kürtçe konuşmak veya Kürtlerin Kürtçe olarak, kendilerini ifade etmelerini istemek, nasıl suç olabiliyor? Dünya’da bunun benzeri örneği var mı?

Bakın; Sultan Abdülhamit döneminde bile, bunları talep etmek, istemek, suç değildi. Acaba, şu an Türkiye, Sultan Abdülhamit devrinden daha mı geri bir durumda?..”


Birinci Bölüm:

Dil üzerine yazmak, dil kavramı üzerinde yoğunlaşmak, sanıldığı gibi, basit bir olay değildir. Zira dil, toplumsal bir fenomen olarak, bağrında bir çok‚ görünüş taşır, içerir.

Dil üzerinde araştırma yapan, ‘lingvistik’ dilciler, dil uzmanları; dilin “kullanılabilir/anlaşılabilir” olması için, sürekli araştırma yapıyor; dilin, toplum için, “hangi anlam ve önemi” taşıdığı sorusuna, yanıt bulmaya çalışıyorlar. Dil bilimcileri; resmi ve resmi olmayan diller için, “nasıl bir model” sorusuna, sürekli, kafa yormaktadırlar.

Ne yazık ki, Türkiye’de böylesi çalışmalar, pek iç açıcı değildir. Bunun çeşitli nedenleri vardır. Olmuştur. “Resmi dil, resmi ideoloji” bakış açısıyla, alınan “siyasi tedbirler”, çok dilli/renkli Anadolu halklarını kaynaştırmaya değil, ayrıştırmaya kadar itmiştir. Bir ülkede ayrı ayrı dillerin varlığı ve bu dillerde, kendini ifade etme serbestliği, Türkiye’nin bölünmesi demek olmadığı, bir türlü anlaşılmamıştır.

Bu alanda, yanlışlık devam ediyor. Toplumun bazı kesimlerini, “tek kanala, tek resmi kanal”a göre, şartlandırılma kampanyaları, sürüyor. Bir de, bu çıkmaz sokak siyasetine hizmet veren, bir kaç “yazar-çizer”, ön plana da çıkartılmış durumda. Onlar da bundan, rant topluyor.
İnsan hakkı olan, “anadilde eğitim” istendiği zaman, cevap hazır: Sevr’i, Sevr Antlaşmasını, bize dayatıyorlar! Böylece toplumda, “sahte bir Sevr fobi” yaratılmış oluyor.

Sevr’in dille, dillerle bir ilgisi olmadığını, azıcık tarih bilgisine sahip olanlar bilir. Sevr; Türkçe dışında, başka dilde eğitim istendiği için değil; emperyalist ülkelerin, yenilmiş Osmanlı İmparatorluğu’na, benimsettikleri bir antlaşmadır! Sevr, budur. Bu, birinci noktadır.

İkincisi şu: “Anadillere göre pasaport verme” önyargısı. Yine Sevr misali, toplum, böylesi bir korkuyla, şartlandırılmak isteniyor; “dillere göre, pasaport, kimlik istenip”, ülke bölünecek! Bugün, Türkiye’de – sağcısından, solcusuna kadar– dilime göre pasaport istiyorum, diyen var mı?
Amaç, gene insanları korkutmak ve bu sahte korkuyla, “insan hakkı olan anadilde eğitim” talep eden kitlelerin, yolunu tıkamaktır.

Bugün dünyada tek devlet altında, “tek pasaportlu” ayrı dil konuşan ayrı milletler olduğunu herkes biliyor. Bunun bilinmesine karşın, dillere göre pasaport-kimlik korkusunu, bilinçli olarak, sürekli gündeme getirenlerin amaçları bellidir: Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu, paradigma değişimini, engellemek içindir!

DÜNYA DİLLERLE DOLU

Bugün dünya’da, yaklaşık olarak, 170 ülkede 7000’den fazla dilin konuşulduğu tahmin edilmektedir. Düşünün, Nigeria’da (Nijerya), günlük yaşamda, 400’den fazla dil kullanılıyor!
Fransızca, Fransa dışında 49 ülkede, bazen resmi dil, bazen anadili, bazen de ikinci dil olarak kabul edilmiştir. Kanada’nın ikinci resmi dili, Fransızca’dır. Fransızca, Tunus, Cezayir ve Fas’ta basım, yayın ve uluslararası alanda, bir iletişim dili olarak, kullanılmaktadır.
Dilin resmi olup olmaması, o dili kullanan halkların miktarına göre belirlenmiyor. Bugün sayıları 50 bini geçmeyen, ama dilleri resmi olan, ülkeler mevcuttur.

“Arikapú” vahşi Amazon ormanlarında, Rondóndia’da, konuşulan bir Kızılderili dilidir. Dil, ne yazık ki, bitmek, tükenmek üzere. Şu an, bu dili kullanan, sadece 2 kişi, kalmıştır. Ama dünya diller sıralamasında, Arikapú dili 6800 üncü sırada yerini almaktadır. Zira dil, yazdığım gibi, temel bir insan hakkıdır. Sayı ile nüfus ile ilgisi yoktur. Bulunmuyor.

ÇOK DİLLİK, DEVLETİN PARÇALANMASI DEMEK DEĞİLDİR!

Çok dillik, devletin parçalanması demek değildir. Bugün hem Avrupa’da, hem de Avrupa dışında birçok ülkede, tek devlet yönetimi altında, “tek pasaportlu“, ama ayrı diller konuşan halklar, milletler vardır. Yine bu ülkelerde, çocuklar, daha küçük yaştan, Belediyelere bağlı okullarda kendi dillerinde eğitim almaktadırlar. Parentez içerisinde şunu yazayım: Avrupa’da ve birçok ülkede, eğitim, Türkiye’de olduğu gibi, devletin kontrolü altında değil, Belediyelere bağlıdır. Türkiye bu alanda da, değişime muhtaçtır! Bu da ayrı bir yazının konusu olacak.

Evet, tek devlet yönetimi altında, ayrı diller konuşan ülkeler çoktur, birkaçını vermek istiyorum:
1- Belçika’nın üç resmi dili bulunmaktadır: Nederland (Flamanca), Fransızca ve Almancadır. Çocuklara, Belediyelere bağlı okullarda, her üç dilde, eğitim verilmektedir.

2- İsviçre’nin üç resmi dili vardır. Almanca, Fransızca ve İtalyancadır. Her kanton da (eyalet), örneğin Wallis kanton’unda, çocuklar, Belediyelere bağlı okullarda, Almanca ve Fransızca eğitim almaktadırlar. Bu kanton da, Neuchätel (Neunburg) üniversitesinin bir araştırması şu sonuçları vermiştir: Erken yaşta, iki dil eğitimi alan çocuklar, yalnız iki dil öğrenmekle kalmıyorlar, aynı zamanda, hızlı dil öğrenme yetenekleri de gelişiyor.

3- Finlandiya’nın iki resmi dili vardır: Fince ve İsveççe. İsveçliler, Finlandiya toplumun ancak %6sını oluşturmalarına karşın, dilleri resmi dil olarak kabul edilmiştir!

4- Büyük Britanya ya da Birleşik Krallık ( İngiltere, İskoçya, Galler ve İrlanda). Burada resmi dil diye bir şey yok. Her 4 dilde, İngilizce, Skots, Welsh ve İrlandaca dilleri kullanılıyor. Düşünün, dört millet bir devlet içinde ve tek yönetim altındadır!

5-
Danimarka. Sayıları az olan (yaklaşık olarak 50 bin) ve Danimarka’nın Güneyinde yaşayan, Alman azınlığı, Almanca eğitim almaktadırlar. Ayrıca, radyo, tv, gazete… Her şeyleri vardır. Yine Almanya’da yaşayan Danimarka azınlığı, hem Danca, hem de Almanca eğitim almaktadırlar. Yine Danimarka’ya bağlı Faroe adaları: Bu ada da yaklaşık olarak, 46 bin kişi yaşamasına karşın, Faroe dili resmi dildir. Orada hem Faroe dile ile hem de Danca dili ile eğitim verilmektedir. Ayrıca, “Lagtinget” ismiyle parlamentoları var. Dört yılda bir seçim yapılmakta ve onları, Danimarka’da, temsil eden, iki üyeleri bulunmaktadır.

Peki, bu örnekler, Türkiye için, neden geçerli olmasın? Neden bu ülkelerde, bütünlük bozulmuyor da, Türkiye söz konusu olunca, “aman ha, devlet parçalanır” nidaları atılıyor!

HİÇ BİR ŞEY, YOKTAN VAR OLMAZ!

Hiç bir şey, yoktan var olmaz, vardan da yok olmaz! Türkiye’de yıllardır, Kürtçe diye bir dilin olmadığı, Kürtlerin yüzüne baka baka, söylenmiştir. Buna göre, Kürt dilini inkâr etmek için, “kart –kurt” efsaneleri dahi oluşturulmuş; bir düşünün!

Peki, bu inkârcılık, Anadolu halklarına, zarardan başka ne vermiştir?

Ne yazık ki, bu “çıkmaz sokak”, bu inkârcı politika, devem ediyor. Daha yeni, DEHAP İl Yöneticisi, Raşit Yardımcı, iki cümle Kürtçe konuştuğu için, 6 ay hapis cezasına çarptırılmıştır.
Daha dün, Kürtçe eğitim için dilekçe veren öğrencilere, Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi (dikkatinizi çekeğim, AĞIR CEZA), 2 öğrenciye 6’ar yıl 3 ay; 2 öğrenciye ise, 3’er yıl 9 ay hapis cezası vermiştir.

Kürtçe konuşmak veya Kürtlerin Kürtçe olarak, kendilerini ifade etmelerini istemek, nasıl suç olabiliyor? Dünya’da bunun benzeri örneği var mı?

Bakın; Sultan Abdülhamit döneminde bile, bunları talep etmek, istemek, suç değildi. Acaba, şu an, Türkiye, Sultan Abdülhamit devrinden daha mı geri bir durumda?..

Evet, dil, diller bir zenginliktir. Ama soyut olarak, zenginlik demek, hiç bir şey ifade etmiyor. Etmez. Zira dil, “dağbaşında”, insanların “kendi aralarında konuştukları” bir araç değil; toplumsal bir olgu olarak, topyekün bir iletişim aracıdır. Dil, bir sistemdir. Dil, insanın kimliğidir; kim olduğunu anlatır. Dil, insanlarla birlikte var olan ve sürekli gelişen bir iletişim aracıdır. Dil, yalnızca, kenar mahallelerde, varoşlarda, kullanılan bir araç değil; dil, konuşma ve yazma dili yanında, resim, işaret, vücut, müzik, dans gibi dilleri içerir. Dil, toplumsal yaşamın karmaşık ve çok yönlü bir aracıdır. Siyaseti, iktisadi, ideoloji, kültürü ve sanatı içerir. Peki, bunlar yoksa dilin herhangi bir anlamı kalır mı? Bunlar yoksa dil, “DİL” olur mu?

DİL TOPLUMSAL BİR FENOMENDİR

İkinci Bölüm:

Dil ile beynin iç-içe girdiği açıktır. Bu nedenle, pratikte kullanılmayan dil, ne yazık ki, dil olmuyor. Olmaz.

Dil, insanlar içindir. Dilini kullanmayan insan, insan olur mu? Taş’ın dili yok. Taş’tır. İnsan, taş değildir.

İnsan, düşünen bir varlıktır. İnsan, düşünerek gelişti. İnsan oldu. Sosyalleşti. Dil, sosyal bir olgu olarak, beyin ile iç-içe kenetlendi; insanoğlu, yazılı, sözlü ve diğer vücut dillerini kullanarak, insan oldu. Bu yolla gelişti. Gelişerek, değişti. Değiştirdi.

İnsan oldu, ama insan, “insan“ olmaya başladığı zaman, yasaklar da başladı. “Düşünce suçu” ortaya çıktı. Bu yetmemiş olacak ki, insanı insan yapan, dil, diller yasaklandı. Yasaklanmaya çalışıldı. Dil katliamı başladı. Bazılarının dilleri kesildi. Şili’li özgürlük şarkıcısı Viktor Jara’nın dili kesildi!

Tesadüfi değil bunlar. Zira dil, bazı Ebu-cahillerin sandığı gibi, yalnızca, “insanların kendi aralarında konuşmalarının” bir aracı değildir. Bir önceki yazımda, dil, sosyal bir olgu olarak, siyaseti, iktisadi, ideoloji, kültürü ve sanatı içerir, demiştim. Dil, budur.

Anadilleriyle, konuşma, yazma ve bir bütün olarak dillerini kullanma serbestliğinden mahrum olan insanları sürekli düşünmüşümdür. Bu insanların, nasıl bir ruh haleti içinde olduklarını, tahmin edebiliyorum.

Danimarka’da pedagog olarak, kendi anadilim dışında, danca diliyle görevimi yapıyorum. Çalıştığım yerde, Türk, Kürt, Arap, Somali, Tamil… çocuklar da var. Onlarla, ikinci dilleriyle, dancayla, konuşuyorum. İçlerinden bazılarının kendi anadillerini bilmediklerini duyduğum zaman, içim yanmıştır. Bir insanın, örneğin, bir Türkün veya Kürdün, kendi anadillerini öğrenmemeleri acıdır. Bu, beni hep düşündürmüştür. Bu duygumu, çocukların velileriyle görüşürken, bıkmadan, usanmadan dile getiriyorum.

Asimilasyonu önlemeye çalışıyorum. Tekliği değil, dil çoğulculuğunu savunuyorum. Çocuklar, ikinci dil öğrensin, ama önce kendi anadilini, duygu dilini öğrensin, diyorum. Benim kavgam budur. Haksız ve yanlışa her alanda karşı çıkıyorum. Düzeltmek için uğraş veriyorum.

Peki bu bağlamda; Kürtçe, Arapça, Boşnakça, Çerkezce, Lazca, Zazaca… hem sözlü, hem de yazılı olarak, kullanılmadıkları sürece, toplum adına, kültür adına ne işe yarayacaklar? Hiç! Zira dil, daha önceleri yazdığım gibi, insanın kimliğidir. Kimlik, kim olduğunu, kime ait olduğunu anlatır. Dil, kültürün bir aracıdır. Bunlardan yoksun insan beyninin “beyin” olamayacağı açıktır. Anadillerini kaybetmiş insanların, hem kimliklerini, hem de kültürlerini yitirecekleri, tartışma götürmezdir. Bu açıdan da sorun, hem pedagojik, hem de psikolojiktir. Zaten, bu yüzden dil katliamlarına karşı çıkıyoruz. Herkes kendi anadilinde eğitim alma hakkına sahiptir, diyoruz.

Bakın ne acı: 18 Mart 2005’te TRT INT için hazırlanan “Bergüzar” adlı müzik programına çağrılan Laz müzisyen Topaloğlu, Lazca şarkılarını tulum eşliğinde seslendirmek isterken engellenmiştir. Program çekimine başlandığı sırada kurum yetkililerinden gelen “emirle” mevzuat gereği Lazca şarkı söylemeyeceği belirtilmiştir… Topaloğlu: “Mağdurum. Yargıya başvurmayı düşünüyorum.” (BIA Haber Merkezi. 29.06.2005). Diyor.

Peki, bundan daha büyük utanç verici bir durum olur mu? Lazca şarkı, türkü söylemenin engellenmesi, acaba hangi gerekçe ve mantığa dayanmaktadır?
Kansere yenik düşen ve aramızdan erken ayrılan, çok rahmetli, değerli sanatçı, Karadeniz’in sesi, Kazım Koyuncu: “Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük…” sözleri çok anlamlıdır.

Evet, biz eğitimciler, sanatçılar ve toplumun diğer duyarlı insanları olmazsa ne olur? Totaliter rejimlerde olduğu gibi, “tek dil, tek resmi ideoloji” adı altında, insan ve insanın iletişim aracı olan dil katliamlarına başlanır. İşte itirazımız budur. Bunu kabul etmiyoruz. Etmeyeceğiz! Yalnız değiliz. Bu alanda uğraş veren değerli aydınlar da çıkmaktadır. Daha önceleri bana gönderilen, “Lazca – Türkçe” ve “Lazca grameri” kitabı, gelecek için büyük bir girişimdir. Bu çalışmalarından dolayı Sayın İsmail Avcı Bucaklişi’yi kutlarım. Lazuri grameri, gerçekten çok iyi hazırlanmıştır.

Yine araştırmacı yazar Sayın Selma Koçiva, Laz dilinin yaşatılması için, uğraştığını biliyoruz. Zira böylesi çalışmalar yapılmasa, bu güzelim dillerde yok olup gideceklerdir.

Sayın İsmail Avcı Bucaklişi: “Dostlar, şaka değil bu, Lazca gerçekten yok oluyor. Ya, anadilimize sahip çıkacağız ve onu geleceğe hep birlikte taşıyacağız, ya da o, gerçekten yok olup gidecek. Zaten günümüze kadar uygulana gelen asimilasyon politikalarının amacı bu değil miydi?”
Önceki yazılarımda belirtmiştim. Tekrarlamakta yarar var: Yıllardır sürdürülen “resmi dil, resmi ideoloji” nin bir diğer amacı da, Türkçe dışındaki diğer dilleri yok etmek, asimile etmek içindir.

Bitiriyorum.

Dil, anadil bir insan hakkıdır. Anadilini öğrenmeyen insan, kendini de hiç öğrenemez. Anadilini tam olarak öğrenemeyen insan, ikinci ve diğer dilleri de öğrenemez.

Anadili, duyguların dili oluyor. Dil, insanların topyekûn iletişim imkânlarını içerir. Bu iletişim içinde: işaret dili, vücut dili, resim dili, müzik ve dans dili gibi dilleri kapsar. Hem anadilini, hem de diğer dilleri öğrenmek zenginliktir.

Diller toplumsal bir olgu olarak, zenginliktir! Diller, zenginliktir!

------------

(*) Faiz Cebiroğlu: Pedagoji Yazıları(1), Eylemsel Yetke, Alter Yayıncılık /Ankara, Eylül 2007, Sayfa, 87- 96.