”Ben çocuklara inanıyorum.Bu yüzden umutluyum.Ben çocuklara inanıyorum.Bu yüzden de mutluyum!”

21 Ocak 2010 Perşembe

Orta Çağ Bakanlığı

Faiz Cebiroğlu

Konuya direkt giriyorum. Türkiye’de hukuk, hukuktan yoksundur. Ayrımcıdır.

Türkiye’de hukuk, ”Kürt Sorunu” olduğu zaman, hukuktan tam yoksun, ayrımcı ve ırkçıdır.

87 yıllık ”T.C” süreci bunun en açık bir örneğidir: Kürdistan’ın ilhakı ve ortadan kaldırılma çabaları, Dersim katliamı, Hatay’ın ilhakı, Kıbrıs’ın işgali... hukuk olmayan hukukun bir parçasıdır. Elbette ırkçılık, yalnızca hukukta değil, toplumun her alanında, altyapı ve üstyapı kurumlarında en ilkelce sürdürülmüştür. Kemalizmle beslenen bu ”insani olmayan, insani bakış” açısı, ne utanç verici, hâlâ devam ediyor. Ne yazık, bu resmi ideoloji Türkiye’yi ”Orta Çağ” dönemine sürüklüyor.

Adalet Bakanlığı’nın; ”Öcalan, yazarlık yapamaz!” demeci bunun bir küçük örneğidir. Adaletsiz Adelet Bakanlığı, Abdullah Öcalan’ın fikirlerine ve söylediklerine bakmadan, onun şahsında, Türkiye’de, Orta Doğu’da kilit sorun olan ”Kürt Sorunu” ve çözümüne ilişkin her düşünceyi kemalist önyargı ile yasaklamak istiyor, bu yasaklamayı, Türkiye sınırları dışına taşıyacak kadar küstahlaşıyor!

Bu yöntem ve davranış, Orta Çağ zihniyetidir.

Bu yöntem ve davranışa hizmet eden ”Adalet Bakanlığı”, Orta Çağ bakanlığıdır. İlkelliktir.

Gerçekten Türkiye’deki Adalet Bakanlığı ”adaleti olmayan” Orta Çağ bakanlığı gibidir. Bu bakanlık, düşünen, yazan, çizen… tüm yaratıcı insanlara karşı oluşturulmuş bir bakanlık gibidir. Bu bakanlık, Anadolu halklarını ve düşünen insanını uzun Orta Çağ dönemine sürüklemek isyen bir bakanlıktır. Bu bakanlık, ”Öcalan, yazarlık yapamaz!” diyecek kadar ”Adaletsiz” bir bakanlıktır.

Bu ”adeletsiz bakanlık”; Abdullah Öcalan’ın, İtalya’nın ”Il Manifesto” gazetesinde bir yazısının çıkması ve bu gazetenin yazarı olacağı haberi üzerine, tıpkı Orta Çağ zihniyeti ile; ”Abdullah Öcalan, terör suçlarından hükümlü olduğu için gazete yazarlığı yapmasının imkânı bulunmuyor.” şeklinde bir açıklama yapacak kadar ilkel bir bakanlıktır.

Soruyorum: Yaşadığımız bu çağda, dünyanın hangi yerinde böylesi bir adaletsiz bakanlık vardır?

Bildiğim şudur: İster ”terör”, isterse ”idam” hükümlüsü olsun, hiçbir insanın yazı yazmasına, görüşlerini bildirmesine yasak konulamaz. Yaşadığımız bu çağda insanın görüşlerini yasaklayacak bir yasa maddesi yok. Olamaz. Olsa, olsa bu, Orta Çağ’a özgü bir madde olur.

Ama ne utanc verici bir durum, Adaletsiz Adalet Bakanlığı’ “suç” olmayan Abdullah Öcalan’ın görüşlerine ve yazarlık hakkına “yasak” koyacak kadar “adeletsiz” bir bakanlık olduğunu gösteriyor.

Adaletsiz Adalet Bakanlığı, Türkiye’deki tüm üstyapı kurum ve temsilcileri, bunu bildikleri için, iki de bir düşünceye ve düşünce sahiplerine yasaklar getiriyor. İflas eden ve ülkeyi ”Orta Çağ” dönemine sürükleyen kemalizmi kurtarmaya çalışıyorlar. Ama tüm bu çabalar boşunadır.

Türkiye, eşiktedir.

Türkiye, dönüşüm eşiğindedir!

faizce@hotmail.com

12 Ocak 2010 Salı

Kültür, Eylemde Gelişiyor


Faiz Cebiroğlu

Kültür, eylemde gelişiyor. Doğayı işleyip, kültürleştiriyoruz. İnsanın doğasını işleyip, kültürleştiriyoruz. Doğayı ve insanın doğasını işleyip kültürleştiriyor ve böylece, eylemsel yetkeli kültürel insanı yaratıyoruz. Kavgamızın önemli yanı budur. Kültürel zekâlı insan yaratmak içindir. Bu bir süreçtir. Evrimsel bir süreçtir.

Kültür, kültürel zekâ, kültürel zekâlı insan bir süreçtir. Bu, dünün bugüne, bugünün yarınlara bağlanma ve ulaştırma sürecidir.

Bu sürec, aynı zamanda komplekslidir. Bu kompleksli süreçte insanlar sürekli yaratır, yaratıyor; üretiyor, gelişiyor ve geliştiriyor. Bu bağlamda kültür, canlı, dinamiksel bir süreç oluyor. Bu sürecin insanı, eylemsel yetkeli insandır. Bu sürecin kültürü, eylem kültürüdür. Eylem geniş anlamda insanların tüm yarattıkları ve yaratacakları devrimci değerler oluyor. Bu toplumsal yaşamın her alanında yaratılan değerler ve devrimci kültür oluyor.

Kültür, eylemde yaratılıyor. Eylemde kültürü yaratan insan, eylemsel yetkeli insan oluyor. Eylemsel yetkeli insan, hem açıklayıcı hem de kompleksli kültürel değerlere tarihsel imza atıyor.

Bu şu demek oluyor: Bugün Ortadoğu’da eylemsel yetkeli insan, Kürt insanıdır. Tüm asimilasyoncu tutumlara karşı, kültürlerini geliştiren ve yayan yine Kürtler oluyor.

Bu, bir tesadüf değildir.

Tesadüf değildir, zira kültür eylemde kültür oluyor, işleniyor ve kültür oluyor.

Toplumsal yaşamın her alanında bu böyle oluyor. Böyle işliyor.

Eylemseli yetkeli Kürt, tüm baryerlere karşı kendi kültürünü yaşatıyor, yaratıyor ve bunu gelecek kuşaklara aktarıyor.

Bu, tesedüf değildir.

Kültür, eylemde yaratılıyor ve kültür oluyor.

Eylemsel yetkeli insan bu süreçten çıkıyor; kültürel zekâlı insan oluyor.

Bugün Ortadoğu’da eylemsel yetkeli ve kültürel zekâlı insan Kürt insanıdır. Tüm sömürgeci baskılara, haksızlıklara, ihanetlere rağmen, kültürünü ve kendini geliştiren Kürt halkı ve insanı oluyor.

Bu, tesadüf değildir; kültür, eylemde kültür oluyor. Eylemsel kültür, eylemsel yetkeli insanı yaratıyor. Örnek olsun:

Politikada erkek – kadın eşitliğinde Kürt siyasetçi kadınlar çok öndeler.

Edebiyatta, en önde olan ve sürekli yaratan Kürt yazar ve çizerler oluyor.

Müzikte, yine Kürtler öndeler.

Kültür, eylemde kültür oluyor.

İnsan, kendi doğasını işleyip, insan oluyor.

Eylemde kültürlerini geliştiren Kürtler, kültürün iki yönünü tarif ediyorlar:

Bir: Kültür; hem açıklayıcı, hem de kompleksli yanını tarif ediyorlar: Kültür, tarihsel olarak tüm yaratılan fikirler, değerler ve normlar oluyor.

İki: Kompleksli kültür olarak; yerel ve genişsel çerçevede süren, paylaşılan tüm kazanım, bilim, haberdarlık ve karşılıklıkı olarak yaratılan değerler.

Bu şu oluyor:

Kültür, insanda bulunur.

Kültür, başka insanlarla birlikte vardır.

Bu şu oluyor: Kültür, karşılıklı bir süreç olarak, eylemsel yetkelidir.

Eylemsel yetkeli olmayan insan, kültürel yozlaşlamaya uğruyor.

Kültürel yozlaşmaya uğrayan insan, insan değil, insancık oluyor.

Amacımız, kültürel insanı yaratmak içindir. Amacımız, kendi doğasını işleyip verimli hale getiren insanı yaratmak içindir.

Kürtler örnektir; eytlemsel yetkede hem kütürlerini, hem de kültürel insanını yaratıyorlar.

Bu şu oluyor: Kültür, eylemde kültür oluyor.

Bu şu oluyor: İnsan, eylemde insan oluyor.

Bu şu oluyor: Ortadoğu’da en eylemsel yetkeli insan, Kürt insanı oluyor.

Kültürü, eylemde kültür yapıyoruz.

Şu anki çerçevede, eylemsel yetkede kültürleşen, kültürel zekâlı insan, Kürt insanı, en devrimci insan oluyor.

4 Ocak 2010 Pazartesi

HABİTUS

Faiz Cebiroğlu
Fransız sosyolog Pierre Bourdieu ( 1930 – 2002) insanların eylemlerini, davranış ve hareketlerini açıklamak için ”habitus” kavramını kullanır. Latince kökenli habitus, değerlerimiz, alışkanlıklarımız, gelenek, tutum, davranış ve duruşlarımız oluyor. Habitus, Kürt halkının mücadelesini anlamak ve kavramak için önemli bir kavram olduğunu düşünüyorum.

Bu alanda, ilerde, çalışma yapacak Kürt, Türk yazar ve araştırmacılara, hızlı bir şekilde, bazı ipuçlarını veriyorum.

Bourdieu’nun, sosyolojik alanda kullandığı kavramlar adeta iç – içe geçmiş durumdadır: Habitus, Alan, Kapital ve Sempolik şiddet.

Alan, farklı pozisyonlar arasındaki nesnel ilişkiler ve bu ilişkiler arasındaki güç mücadelesi.

Kapital, değerler ve var olan imkânlar oluyor. Bourdieu, kapitali üç temel forma ayırıyor: Kültürel kapital, ekonomik kapital ve sosyal kapitaldir.

Sembolik şiddet, Bourdieu’ da kilit kavramdır. Kötü iletişim, ortak dilin olmaması, gurupların kendini ifade edememe ya ifade etmelerine yer vermeme…çoğu zaman ”sembolik şiddeti” yaratıyor…

Tüm bu kavramlar, habitus doğrultusunda, Kürt tarihi mücedelesinde yer alan olumlu ve olumsuzun tahlil edilmesi; tarihsel olarak geçerli olanla, geçersiz olanın açığa çıkarılması; doğrularla yanlışların ayırt edilmesi için önemlidir, diyorum.

Bir düşünün; Kürtler, 1920’lerde bölünmüş ve paylaşılmıştır: 1.Dünya savaşında bölgenin emperyal güçlerinin (İngiltere ve Fransa) yarattığı bölünme, paylaşım; daha sonraları dört ülke tarafından ( İran, Irak, Suriye ve Türkiye) yapılan ikinci bir bölünme ve paylaşım vardır. Açık ki, bölünme, parçalanma, Kürt insanını topyekûn olarak etkilemiş; Kürt insanı üzerinde fiziksel, ruhsal ve her alanda ağır etkileri olmuştur. Bu duruma nasıl gelindi? Kürtler bu yazgıyı neden bir türlü değiştiremiyorlar? Nufusu 35 – 40 milyona varan Kürtler, neden ve nasıl, hâlâ, bölündükleri ülkelerde kurban oluyor? Neden kendi devletlerini kuramıyorlar? Bu durumu yaratan sorunlar – koşullar ( ekonomik, politik, sosyal ilişkiler…) nedir? Tüm bu soruların yanıtlarını aramak ve bulmak, Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nun geliştirdiği ”habitus” ve diğer kavramlardan yararlanmak gerekiyor.

Kavramlar önemlidir. Kavramların taşıdığı fikirler vardır. Önemlidir.

Habitus kavramı ve diğer kavramların bağrında taşıdığı bir siyaset, bir psikoloji, bir felsefe vardır. Bu bağlamda habitus, objektif koşulların yarattığı, eğittiği ve geliştirdiği bilinçli sübjektif insanı bulmak için önemlidir. Habitus bu anlamda, ezilen insanın ezenlere karşı bir tepki, bir duruş ve görünüş olduğu için, önemlidir.

Kavramlar önemlidir, tarihseldir. Bu tarihsel kavramların, kazançları ve zenginlikleri vardır. Habitus kavramı ışığında bunları şöyle sıralamak mümkün:

Bir: Kültürel farkındalık.

İki: Bölgesel ve Enternasyonel alanda olmak.

Üç: Dünyasal kültürsel iletişimi kurmak ve geliştirmek.

Bu üçsel boyut, habitus kavramı çerçevesinde, fiziksel ve ruhsal olarak bütünleşmenin önemini gösteriyor. Bu bütünleşme ”kültürel zekâlı” insanı ve yaşam tarzını yaratıyor.

Hiç kuşkusuz, kültürel zekâ bir süreçtir, kültürel zekâlı insan da bu sürecin ürünüdür. Sürecin zincir halkaları var: Geçmiş durumşimdiki durum ve gelecek durum. Bu durumun ve sürecin olumlu ve olumsuz yönleri vardır:

Geçmiş durum; daha önceleri elde edilen deneyimler, başarılar, hayal kırıklıkları ve yarı yolda bırakma, ihanetler.

Şimdiki durum; gelinen aşama, kendine güven, özdeğer, kendini anlama, doğrusal / eylemsel stratejiler bulma.

Gelecek duruma dair; geleceği kurma hülyası ve beklentisi, umut, direniş…

İşte kültürel zekâ bu süreçte şekilleniyor ve kimlik oluyor.

Habitus ve kültürel zekâ, nesnel koşulların yarattığı, kendini geliştirdiği ve bilinçlendirdiği insandır. Burada nesnel, öznelle birleşiyor, birliktelik, ”sübjektif” insanı yaratıyor. Bu sürecin öznel insanı, ”bilinçli insan” oluyor.

Habitus, ben kimim? Neyim? Sorularına verilen yanıttır; kimliktir.

Habitus, Kürtler ve tüm ezilenler için kimliklerini bulma ve geliştirme tarzı oluyor.

Bu kimliksel mücadele süreci, beraberinde ”kültürel kapitalı” doğuruyor! ”Kültürel kapital” dünden bugünlere doğru uzanan, tüm deneyim ve imkânlarımızdır! Bu imkânlardan, bizleri dört parçaya bölenlere karşı, habitus kavramında kendimizi sorguluyor ve cevaplar bulmaya çalışıyoruz.

Habitus, özgürlüğe giden yolda, tüm davranış ve hareketlerimiz oluyor. Tüm gelenek ve göreneklerimiz, alışkanlıklarımız, tutum ve duruşlarımız, oluyor.

Habitus, kendi kaderini kendisi çizmek isteyen ezilen insanın tepkisidir.

Habitus, ”eylemsel yetkeli” insan olmak demektir.